Merhaba sevgili okur; Bugün çok sevdiğim bir seriyle karşınızdayım. Kayıp Dünyalar Serisi. Bu seriye El Dorado efsanesi ile başlamak istiyorum; El Dorado efsanesi, Güney Amerika’nın derinliklerinde, özellikle Kolombiya bölgesinde yaşamını sürdüren Muisca halkının, hükümdarlarının törensel nitelikte vücutlarına altın tozu sürülerek gerçekleştirdikleri ritüelleriyle, sonradan İspanyol fatihlerin gözlem ve yorumlarıyla, abartılarak “El Dorado” yani “altın olan, altın kaplama” ya da “altınlı” bir figür olarak mitolojik bir anlatıya dönüştürüldü. Ritüellerin, yerel inanışlarla iç içe geçmiş olması ve sonrasında belirli kutsal göllerde yapılan yıkanma ayinleriyle(özellikle Guatavita Gölü), altının hem dünyevi hem de mistik bir değer kazanmasına zemin hazırlaması, efsanenin tarihi kökenlerine dair karmaşık ve çok katmanlı bir arka plan oluşturmasına neden olmuştur. 16. yüzyılın ilk çeyreğinde, henüz haritalarda tam olarak belirlenmemiş ve doğanın en çetin koşullarını barındıran Güney Amerika’nın bilinmez coğrafyalarında, altın ve diğer değerli madenlerin eşi benzeri görülmemiş bolluğunu hayal ederek yola çıkan İspanyol fatihleri, Muisca halkının altına dönüştürülen ritüellerinden ilham alarak, efsanevi bir altın diyarının varlığına dair beklentileriyle pek çok tehlikeli sefer düzenlediler. Bu seferlerin çoğu, zorlu arazi koşulları, beklenmedik doğa olayları ve bitmek bilmeyen keşif arzusunun getirdiği risklerle örülü olduğu halde, macera ve keşif tutkusunun evrensel bir simgesi olarak tarihe kazınmıştır. Ritüellerden bahsedecek olursak, Güney Amerika'da(Kolombiya, Peru ve Ekvador) And Dağları'nda yaşayan halklarının(Muisca) dört elementin birleşiminden ortaya çıkan parlak malzemenin varlığına ve bu malzemenin insanları doğanın güçlerini kullanarak üstün kılabileceğine dair inançları, tören ve ritüellerinin temelini oluşturur. 1969 yılında, 2 tarla işçisi tarafından, Bogota şehri yakınlarında, Pasca kasabası civarındaki bir mağarada bulunan; 26 cm uzunluğundaki ve zarifçe işlenmiş altın sal maketinin yorumu: "Kralın tamamen çıplak olan vücudu, "verniz de pasto" adı verilen bir reçineyle kaplanıp üzerine küçük bir üfleme borusuyla altın tozu üfleniyor, ardından bir kayıkla "Bogota" şehrinin kuzeyindeki Guatavita Gölü'nün ortasına gelip, güneş en tepedeyken suya dalıyor ve yanında getirdiği yüklü hazineyi suya bırakıyor. O sırada hizmetkarları altından yapılmış her türlü adak eşyasını suya atıyor." Bir çok kişiye göre bu buluntu, Guatavita Gölü'nde yapılmış törenlerin en büyük kanıtı olsa da onca uğraşa rağmen bu efsanevi şehir ve hazineleri asla bulunamadı. Günümüzde, tarih boyunca pek çok kaşifin altın umuduyla yola çıktığı, fakat çoğunlukla ulaşılması güç olan bu efsanenin, gerçek ve hayalin birbirine karıştığı, tarihi olayların ve mitolojik unsurların iç içe geçtiği karmaşık bir anlatı olarak kalması, aynı zamanda modern edebiyatta ve popüler kültürde altın ve zenginliğin ötesinde, insanın macera ve keşif tutkusunun da bir sembolü olarak yer bulması, El Dorado’nun hem tarihsel hem de kültürel bir miras olarak önemini koruduğunu göstermektedir. Simyacılardan kaşiflere, insanoğlunun bu altın sevdası hiç bir çağda bitmek bilmez anlaşılan.

Bir Yorum Yazın